Mükellef ve eksik hakları

Bundan 20-30 yıl öncesinin anlayışında vergi, herkesin vermesi gereken, vermezse zorla alınması gereken bir kamu geliri idi. Verginin tanımında “cebir unsuru” ağırlık verilen önemli unsurlardan biri idi.

Ancak son yıllarda, özellikle devlet anlayışındaki ve devletin ekonomi içindeki yerine bakıştaki değişim kadar, insan hakları alanında ve hukuk devleti anlayışında kat edilen mesafe ve ekonomideki globalleşme süreci bu anlayışı biraz törpüledi.

Nitekim bu süreçte devletler, kayıt dışı ekonomi ile mücadele kadar, vergi toplamada da mükellefi çoÄŸu zaman karşısına alan, ihtilaflarla boÄŸuÅŸan uygulamalarla vergi toplamak yerine, yani “mükellefe raÄŸmen” vergi toplamak yerine, “mükellefle birlikte” vergi toplamanın, yani “gönüllü uyumu” esas alan sistemlerle vergi toplamanın avantajlarını kavradılar. Bu yeni anlayışın özünü ise “önceliÄŸi mükellefe vermek ve onun haklarına saygı göstermek” oluÅŸturdu.

Bu aşamada mükelleflerin ne istediklerine bakıldı. Mükelleflerin talepleri basitti. İstekler; şeffaflık, adillik, doğru ve adaletli uygulama, haklarına saygı gösterilmesi gibi temel noktalara dayanmaktaydı.

Bu maksatla pek çok devlet, mükelleflerin haklarını “mükellef hakları bildirgesi” veya “mükellef hakları imtiyazı” ÅŸeklinde kabul etti. Bu ÅŸekilde kabul edilen haklar, sistemleri idareye geniÅŸ takdir haklar tanıyan ve Anglosakson hukukunu benimseyen ülkelerde idarenin genel hukuki iÅŸlem biçimindeki iÅŸlemleriyle bizim gibi Kıta Avrupası hukuk anlayışını benimseyen ülkelerde ise yasalarına yazmak suretiyle kabul edildi. Bu ülkelerde öncülüğü Ä°ngiltere, Amerika ve Avustralya çekti. Bu ülkeleri Kanada, Fransa, Norveç, Ä°talya, Hollanda, Ä°spanya, Bulgaristan, Arjantin, Gana, Uganda ve birçok ülke izledi.

Kabul edilen mükellef hakları tetkik edildiğinde, bu hakların genel ve özel haklar biçiminde oluştuğunu, genel hakların genel yasalarda topluca vurgulanmasından başka, vergi müesseselerine ve özel vergi kanunlarına serpiştirilen düzenlemelerle de özel hakların kabul edildiği görülmektedir.

Bizde de bunlara özenerek, Gelir Ä°daresi’nin web sayfasına mükellef hakları bildirgesi konuldu. Ama ne bir anlam taşıdı ne de bir iÅŸe yaradı. Çünkü bir hukuk belgesi deÄŸildi, hak ihdas etmiyordu. Zaten herhangi bir hakkın bildirge ile ihdasının mümkün olmadığı açıktı. Dolayısıyla bu bildirge ne idare ne mükellef ne de yargı nezdinde yaÅŸama geçti.
Mükellef haklarının saÄŸlanabilmesi için önce vergi mevzuatının anayasal buyruklar açısından taranması ve anayasa ile çeliÅŸen hükümlerin kaldırılması gerekir. Ä°ÅŸte bir örnek. Vergi Usul Kanunu’nun mükerrer 49. maddesinde yer alan ve Emlak Vergisi için arsa deÄŸerleri tespitine iliÅŸkin komisyon kararlarına karşı, mükelleflerin dava açma haklarını kısıtlayan hüküm, anayasanın “bütün idari iÅŸlemlere karşı dava açılabilir” diyen 125. maddesine, hak arama hürriyetine iliÅŸkin 33. maddesine aykırıdır ve kaldırılması gerekir. Burada, “davaların çok olacağından”, “yargının yavaÅŸ iÅŸlediÄŸinden” söz ederek, kimse bu hükmü savunmasın. Zira aynı yere iliÅŸkin davaların birleÅŸtirilerek görülmesi ve daha basit yargılama usulleri öngörülerek bütün bu eleÅŸtiriler giderilebilir.

Mükellef haklarının en çok ihlal edildiği alan, vergi incelemeleridir. İnceleme süresinin kanunda belirlenmemesi, incelenen mükelleflere gecikme faizi cezası olarak dönmektedir. İnceleme elemanlarının incelemeyi geciktirme veya zamana yaymasının ya da kamunun geç incelemeye başlamasının yahut yargının yavaş çalışmasının sorumlusu, herhalde mükellef değildir.

İncelemelerde, inceleme elemanlarının mükelleflerden defter ve belgeleri tutanaksız teslim alması da bir başka hak ihlalidir. Vestiyere bıraktığınız paltoya dahi fiş veya makbuz verilmesine karşılık, bir işletmeyi temsil eden ve mali durumunun asli belirleyicisi olan defter ve belgelerin makbuzsuz alınmasını izah etmek mümkün değildir. Evrak çokluğu, tutanak düzenlemenin bu nedenle güçlüğü gibi gerekçeler, itibar edilebilecek gerekçeler değildir.
Mükelleflere, vergi incelemelerinde ve tutanak yahut bilgi alınması aşamasında ve uzlaşma görüşmelerinde, yanlarında avukatlarını ve/veya mali müşavirlerini de bulundurma ve gerektiğinde onlara danışabilme hakkının tanınması gerekir. Uygulamada birçok inceleme elemanı mükellefe bu hakkı sağlamakla birlikte, bu hakkın bir yasal hak olarak düzenlenmesi zorunludur.

İnceleme elemanlarına, inceleme sonuçlarının olumlu olması ve matrah farkı bulunamaması halinde de rapor yazma zorunluluğu getirilmeli ve bu raporlar mükellefe de tebliğ edilmelidir.

Mükelleflerin, tarhiyatlar aleyhine dava açtıklarında faiz işlemesini durdurmak için ödeme yapmaları veya ihtirazi kayıtla beyanda bulunarak ödeme yapmaları halinde, ödedikleri vergileri yargı kararına göre geri aldıklarında, arada geçen süre için faize hak kazanmaları gerekir. Burada paranın yıllar sonra faizsiz iade edilmesi de bir hak ihlalidir.
Mükelleflerin hak arayışlarını ve yargı yollarını tam olarak kullanabilmeleri için, haklarında bir başka rapora atıfla hazırlanan raporlarla birlikte, atıf yapılan raporun tebliği de zorunlu kılınmalıdır. Burada, atıf yapılan raporun bir başkasına ait olması ve mahremiyet ilkesi gibi gerekçeler, bir başka mükellefin hak arayışlarının üzerinde olamaz.
Bu listeyi çoğaltmak mümkündür. Listeyi çoğaltmak mümkündür de yasa tasarılarına bunları taşıyacakları bulmak zordur.

Sorularınız ve Yorumlarınız

Konuyla ilgili yorumunuzu yazabilir, varsa sorularınızı sorabilirsiniz or trackback from your own site. You can also subscribe to these comments via RSS.

e-mail adresiniz hiç kimse ile paylaşılmaz Required fields are marked *

Security Code: